Friday, Apr 19th

Last updateMon, 15 Apr 2024 8am

Buradasınız: Home Makale Türkiye’de işgücüne katılma oranları

Türkiye’de işgücüne katılma oranları

 

İşgücüne katılım ve istihdam oranları, işsizlik oranları gibi dikkat çeken kavramlar değildir. Oysa bu iki kavram ekonomilerin yapısal durumu hakkında daha kapsayıcı bir anlama sahiptir.

Sözgelimi,Türkiye’de gerçekleştiği gibi  çalışabilir nüfusunun yaklaşık yarısının işgücüne katıldığı bir ekonomide,işsizlik oranları işgücüne katılmayan diğer yarıyı kapsamaz.Ayrıca işgücüne katılan %50 ’nin bir kısmı eğer işgücüne katılmaktan bir şekilde vazgeçerse ,işsizlik oranları düşebilir! Diğer taraftan  çalışabilir nüfusun yarısının işgücüne katılmadığı bir ekonomide; istihdam oranlarının %50 seviyelerinde oluşması ile ulusal gelirin nispi olarak düşük kalmasının nedenlerinin anlaşılması da kolaylaşır.

Uluslararası karşılaştırmalar yapılıken işgücüne katılım oranlarının dikkate alınması işsizlik oranları ve diğer istihdam göstergelerinin daha sağlıklı yorumlanması için önem arz eder.

İşgücüne katılma

İşsizlik oranları, işgücüne katılıp istihdam edilemeyenleri kapsarken işgücüne katılım oranları, işsizlerle çalışmaya hazır olan kitleyi kapsar. Diğer taraftan işgücüne katılmayanların bir bölümü iş aramayan ama çalışmaya hazır olan bir kitleden oluşur. Bu kitle iş aramadığında istatistik kayıtlarında işgücü olarak gözükmez, dolayısıyla işsiz kabul edilmez, istihdamın içinde yer almaz ancak toplam üretimden dolaylı olarak pay alırlar.

İşgücüne katılmamanın öznel nedenleri bulunabilir. Ancak Klasik İktisat Teorisi işgücü piyasasını nesnel mantıkla kurmuş ve işsizliği, tercih edilen veya seçilen bir durum olarak tanımlamıştır. Eğer işgücüne katılma nesnel seçişlere bağlıysa, Türkiye örneğinde olduğu gibi çalışabilir nüfusun yarısının işgücüne katılmaması nasıl açıklanacaktır?

İşgücüne katılımı etkileyen en önemli faktör ekonomilerin istihdam yaratma kapasitesidir. Sanayileşmiş ve tam istihdam seviyesinde çalışan bir ekonomi için işgücüne katılım oranları gelişmekte olan bir ülkeye göre yüksektir. Bu temel faktörün dışında İşgücüne katılmayı etkileyen birçok unsur bulunabilir. Sözgelimi, Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranlarındaki belirgin düşüklük, toplamda işgücüne katılım oranlarını belirleyen en önemli faktördür. Bunların dışında iş hayatının talep ettiği gerekli çalışma vasfına sahip olmayanlar ile kendinde bu vasıfları görmeyenlerin işgücüne katılmamaları nedeniyle katılım oranları düşebilir. Ekonomide tarım sektörünün nispi yüksekliği ve kırdan kente göç olgusu işgücüne katılım oranlarını etkileyebilir. 

İşgücüne katılımı etkileyen faktörler; emeklilik, eğitim süreleri, ortalama yaşam süresi gibi unsurlarla ilgili olduğu gibi emek piyasasında oluşan ücretlerle de yakından ilgilidir. Erken emeklilik eğer yeni bir istihdamla sonuçlanmamışsa işgücü arzını azaltan dolayısıyla işgücüne katılımı düşüren etkiye sahiptir. Emeklilik yaşının uzaması ise tersine etki yaparak işgücüne katılım oranlarını arttırır.

Türkiye’de yıllar itibariyle değişiklikler gösteren emeklilik uygulamaları da erken emeklilikten, emeklilik sürelerinin uzadığı bir süreç içinde gelişmektedir. Ortalama eğitim sürelerinin de emeklilik uygulamalarında olduğu gibi artış eğiliminde olduğu göz önüne alınırsa, geçmiş yıllarla ilgili olarak yapılacak karşılaştırmaların yanıltıcılığı ortadadır. Emeklilik sürelerinin uzaması ile ilgili düzenlemelerin daha uzun süreyi kapsaması işgücü piyasasında kısa sürede dengelenecek bir süreç değildir. Askerlik sürelerinin zaman içinde düşmesi işgücüne katılımı; ortalama yaşam süresinin uzaması ise işgücüne katılımı arttıran bir unsurdur.

İşgücüne katılımı doğrudan etkileyen bu faktörler nedeniyle,  işgücüne katılımı veya işsizliği saptamak amacıyla yapılacak araştırmalar, geçmiş yıllar karşılaştırmalarını da kapsıyorsa güçleşmektedir. Bu nedenle sadece istatistik verilere bakarak analiz yapmak ve diğer koşulları değişmez kabul etmek araştırmacıların tercih ettiği bir yöntem olmaktadır. Oysa gerçek verilerin sağlanması, işgücüne katılımı etkileyen tüm faktörlerin analizlere dâhil edilmesiyle ulaşılabilecek bir sonuçtur.

İşgücüne katılım oranları ekonomik döngü içinde, bölüşüm ve üretim gibi temel ekonomik parametreleri dolaylı olarak etkileyebilir. İşgücüne katılım oranlarındaki düşüklük gelir dağılımını bozabilir. Bozulma iki etkiyle ortaya çıkar. Birincisi, geliri olmayan bu kitlenin tüketimi en az fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayacak kadar olacağından, bu kitleye tüketim harcamalarını karşılaması için gelir transferi yapılacaktır. Aile bağlarının güçlü olduğu Türkiye gibi toplumlarda bu tüketimin karşılanması zor değildir. İkincisi, gelirsiz olan bu kitlenin durumu devletin sosyal sorumluluk alanına kolayca girebilir. Sosyal güvenlik uygulamalarıyla değişik transferler gerçekleştirilebilir. Nitekim Türkiye’de uygulanan ‘‘genel sağlık sigortası’’ bu uygulama örneklerinden biridir. Bu uygulamalarla devlet ve hane halkı, geliri olmayan kitleye harcama yaparak gelir dağılımını dolaylı olarak etkiler. Gelir dağılımının dolaylı olarak bozulması, hane halkının tüketim eğilimi ile gelir transferi yapılan işgücünün tüketim eğilimlerinin farklılığına dayanır. Gelir desteği yapılan kitlenin marjinal tüketim eğiliminin daha yüksek olması, hane halkının tasarrufa gidebilecek fonlarını tüketime yönlendirmiş olur. Devletin sosyal güvenlik harcamaları ise vergiler aracılığı ile yapıldığından verginin kaynağına göre gelir kaybı veya devlet için bütçe kaybı sözkonusudur. Bu etkilerin toplam tasarruflar üzerindeki olumsuz etkisi açıktır. Bu unsurların dışında işgücüne doğrudan katılmayan kitlenin sayısı arttıkça bir ülkede kişi başına düşen ortalama gelir düşerken gelir dağılımı da bozulur.

İşgücüne katılma oranları

İşgücüne katılım oranları cinsiyet bazında incelendiğinde kadın katılım oranlarının tüm yaş gruplarındaki erkeklere göre daha düşük olduğu; ayrıca kırsal kesimdeki katılım oranlarının da bütün yaş gruplarında erkek ve kadınlar için yüksek olduğu saptanmaktadır. Bunun nedeni tarım sektöründeki küçük işletme yapısının işsizliği gizlemesi ile ilgilidir. Bu nedenle işgücü piyasası analizlerinde tarım dışı ayrımı yapmadan bulunan değerler yanıltıcı olabilmektedir. Kent ayrımına göre genç kadın nüfusun işgücüne katılım oranları Grafik 1’de düzenlenmiştir.

Grafik 1’ de 15-19 yaş grubu kadınların İKO’da büyük oranlı değişim gözlemlenmemektedir. Bunun nedeni eğitime katılma ve sekiz yıllık zorunlu eğitimle ilişkilendirilebilir. Ancak,20-24 yaş grubu kadınların 2000-2012 döneminde katılım oranlarının yükselme eğilimini açıklığa kavuşturmak gerekir. Benzer eğilim (burada verilmemekle beraber) 24-29 yaş grubunda da mevcuttur.

Kadınların işgücüne katılımını arttıran en önemli faktör,  özellikle kriz dönemlerinden sonra aile bütçesini denkleştirme amacıyla kadınların işgücü piyasasına girmeleri ile ortaya çıkan ek işçi etkisi ile açıklanmaktadır.İşgücünden çekilme ise genellikle evliliklerden sonra ortaya çıkmaktadır. Eğitime katılımın artması ve eğitim süresinin uzaması da işgücüne katılmama sonucunu doğururken toplam işgücünü azaltıcı etkiye sahip olmaktadır.Diğer taraftan eğitimin işgücüne katılımı azaltan bu etkisinin yanında katılım oranlarını yükselten etkisi de vardır. Özellikle kadınlar için eğitim, işgücüne katılım oranlarını yükseltmektedir.Burada  yeterli açıklaması yapılamayan diğer sosyal-kültürel etkiler,kentli genç kadın nüfusunun(20-24) işgücüne katılım oranını 2000 -2010 döneminde %38 artışla, %25,6 oranından % 36 oranına yükseltmiştir. Genç kadın işgücünün bu eğiliminin (kentleşme artışına paralel olarak) toplam işgücüne katılım oranlarını da yukarı çekmesi beklenir. İşgücüne katılım oranlarındaki bu artış eğilimi (uluslararası karşılaştırmalarda da görüleceği gibi)  Türkiye’deki genç kadın işgücünü farklılaştırmaktadır. 

Erkek genç nüfusun kentlerde 15-19 ve 20-24 yaş gruplarında işgücüne katılım oranları kadınlara göre kabaca bir misli fazladır .Ancak , 2000-2012 döneminde 20-24 yaş grubunda kadınların işgücüne katılım oranları erkeklere göre ve belirgin biçimde artış göstermektedir. Genç erkek nüfusun işgücüne katılım oranlarının incelenen yıllar itibariyle daha az dalgalanma gösterdiği anlaşılmaktadır.

Yaş gruplarının toplamı  (15-65) ve 1995-2012 dönemi temel alarak hazırlanan işgücüne katılım oranları, Grafik: 3’de verilmiştir. Kentsel kadın dışında, işgücüne katılım oranları düşmektedir. Kentsel kadının işgücüne katılım oranlarındaki yükseklik eğitim seviyesinin yükselmesi ve kriz dönemlerinden sonra ortaya çıkan ek işçi etkisi ile kısmen açıklanabilir. Bu faktörlerin dışında, ekonomi teorilerinin ilgi alanına girmeyen fakat kadınların kendilerine uygulanan ayrımcılığa karşı, ekonomik bağımsızlıklarını kazanma konusundaki özgürlük arayışları da işgücüne katılım oranlarını etkileyen bir faktör olarak değerlendirilebilir. Bu yükselmenin ardında, daha önce oldukça düşük olan katılım oranlarının etkisi de göz ardı edilmemelidir.

Kırsal erkek ve kadının işgücüne katılım oranları düşmektedir. Bunun başlıca iki nedeni vardır: Birincisi; tarımda artan mekanizasyon daha az emeğe ihtiyaç göstermektedir. İkincisi, tarımdaki destek ve sübvansiyonların azaltılmış olması ve tarımsal ürün fiyatlarının politik fiyatlama yerine piyasa fiyatlarıyla yapılması marjinal işletmeleri tasfiye etmektedir. Bu uygulamaların doğal sonucu olarak tarımsal işgücü boşta kalmakta ve işgücüne katılım azalmaktadır. Kentli erkeğin işgücüne katılım oranlarındaki düşüklük ise, erken emeklilik tercihi veya ‘‘servet artışları’’ nedeniyle ortaya çıkabilir. 

Eğitime göre işgücüne katılma:

Eğitim durumuna göre 15-24 yaş sınıfındaki işgücü, karşılaştırmaya konu 2000 yılından 2012 yılına kadar olan dönemde yaklaşık %18 oranında düşme göstermiştir. Yüksekokul veya fakülte dışında lise ve lise altı bütün eğitim kategorilerinde azalma sözkonusudur. Yüksekokul veya fakülte kategorisindeki artış ise dikkat çekicidir. Ancak 2000-2012 yılları arasında 15-24 yaş grubunun nüfusu da yaklaşık %12 oranında azalmıştır.

15-24 yaş grubunun eğitime göre İKO Grafik: 5’ de düzenlenmiştir. Eğitim seviyesi artarken İKO artış göstermektedir. Sözgelimi yüksekokul veya fakülte seviyesinde %80 civarındaki oran ilköğretim seviyesinde %37 seviyesine kadar düşmektedir. Okuma yazma bilmeyenler ise 2000 yılında %31 gibi orana sahipken 2012 yılında bu oran %20 seviyesine gerilemiştir. Okuma yazma bilmeyen gençlerin İKO önemli düşüşün nedenleri sayıca fazla olabilir. Ayrıca, serbest ticaret uygulamalarının öncelikle vasıfsız işgücünü boşta bırakacağı öngörüsü bu grubun işgücüne katılım oranlarındaki düşüklüğü açıklayabilir.(Rodrik:1997) İlköğretim mezunlarının İKO yükselme ise yanıltıcıdır. Çünkü sekiz yıllık eğitim 2000 yılından sonra bu kapsam içinde gösterilmektedir.2000 yılındaki değerlerin bir kısmı beş yıllık eğitimi kapsamakta dolayısıyla işgücüne katılım düşük çıkmakta ancak 2012 değerleri daha yüksek gerçekleşmektedir. Lise ve lise dengi meslek okulları ile yüksek okul veya fakültelerde 2000-2010 döneminde işgücüne katılım oranları ise önemli değişiklik göstermemiştir. 

Uluslararası işgücüne katılım oranları:

İşgücüne  katılım oranlarını  gelişmiş ekonomiler ve Dünya genelinde ;gençler (15-24) ve yetişkinler bazında özetleyen veriler Grafik  de verilmektedir.Dünya ölçeğinde  gençlerin işgücüne katılım oranları 2000-2011 döneminde %4 civarında azalma göstermiş tir.Yetişkinler için  dünya genelinde İKO’da anılan dönemde bir düşüş eğilimi gözlemlenmemektedir.İKO  nın Dünya genelinde azaldığı ancak bu azalmanın tamamının genç nüfusun İKO azalma ile sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Dünya bazında yapılan istatistiki verilerin yanıltıcı olabileceğini kabul ederek gelişmekte olan ekonomiler ve EU  ülkeleri gözönüne alındığında da sonuç değişmemektedir.Bu ülkelerde 2000 yılından günümüze genç nüfusun, işgücüne katılım oranlarında azalma olduğu anlaşılmaktadır.EU kapsamındaki ülkelerin nüfus piramitlerinin olgun safhada olduğu bilindiğine göre bu azalmanın nüfus profili ile ilişkilendirilmesi ile genç nüfusun eğitim süresinin uzaması, İKO düşüren bir faktör olarak düşünülebilir.Ancak bu unsurlar  konuyu açıklamakta yeterli gözükmemektedirGrafik-7’de seçilmiş ülkeler bazında İKO verilmektedir.EU ve OECD ülkelerinin  İKO  kabaca % 70 in üzerindedir. Japonya ve İngiltere İKO bakımından en yüksek katılımlı ülkeler olarak ortaya çıkmaktadır. Sözkonusu ülkelerde işgücü arzının sınırlı oluşu İKO arttıran bir unsur olarak dikkate alınmalıdır. İşgücü arzının sınırlı olmadığı Türkiye ise,  2000 yılında 

%54 ; 2011 yılında  %55, İKO ile incelemeye konu ülkeler ve ülke grupları içinde en düşük katılım oranına sahip ülke olarak ortaya çıkmaktadır. 

Türkiye’de işgücüne katılma oranlarındaki düşüklüğün nedenini anlayabilmek için kadın ve erkek ayrımına göre Grafik 8 de verilen ve kadınların İKO’ nın, erkeklerin İKO’na bölünmesi yoluyla elde edilen değerler Grafik 8’de verilmektedir. 2003-2011  döneminde  OECD ülkeleri ile yapılan karşılaştırmada Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranlarının ,OECD ülkelerine göre kabaca bir misli  daha az olduğu ve bu değerin yıllar içinde değişmediği görülmektedir.Böylece toplamda işgücüne katılım oranlarındaki düşüklüğün kadınların çok düşük oranda seyreden katılım oranları ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.

Grafik 9 de düzenlenen Türkiye,EU  21ve OECD ülkeleri bazında 15-24 yaş grubunda İKO  karşılaştırmaya konu ülkeler arasında büyük farklılık göstermemekte ancak tüm ülkelerde,İKO 2000-2011 aralığında düşme göstermektedir.İKO azalmasıyla ortaya çıkan işgücü azalmasının işsizlik üzerinde olumlu etki yapması beklenir.Ancak azalan İKO yükselen genç işsizliğine eşlik ettiği için  uzun dönemde  işsizliğin potansiyel bir tehdit olacağı gözardı edilmemelidir.

AB 21 ve OECD ile yapılan karşılaştırmalarda ( tarım dışı ayrım yapılmadan) Türkiye’nin  işgücüne katılım oranları erkeklerde toplam olarak önemli bir sapma göstermemekte ancak kadınların katılım oranları bir misline yakın daha az gerçekleşmektedir.Sözgelimi, Türkiye’de erkeklerde 2011 yılında %78 olan katılım oranı OECD için %83 AB 21 için %80 olarak gerçekleşmiştir.2000 yılı baz alındığında da oranlar fazla değişiklik göstermemektedir.

Ancak bu oranlar kadınlar için 2011 yılında Türkiye’de %32 ;OECD ülkelerinde ortalama olarak %64;AB  21 ülkelerinde ise yine ortalama olarak %66 olarak gerçekleşmiştir.Ancak burada erkeklere göre ayırıcı özellik, kentli kadınların 2000 yılından itibaren katılım oranlarındaki  artıştır.

Cinsiyet ayrımı yapmadan toplam işgücüne katılım oranları Grafik 10’da düzenlenmiştir.İncelemeye konu 2000-2011 döneminde katılım oranlarında önemli bir değişiklik gözlemlenmemektedir.

Türkiye’de 15-24 yaş aralığında işgücüne katılım oranlarındaki azalmanın  diğer  yaş grupları tarafından telafi edildiği anlaşılmaktadır.

Politika Sonuçları:

1.İşgücüne katılım oranlarının düşüklüğü bağımlı nüfusun artmasına yol açarak ekonomik büyümenin olumsuz uyarılmasına ve gelir dağılımının bozulmasına yol açar.

2.İşgücüne katılımı teşvik için Türkiye’de yüksek olan istihdam maliyetlerinin aşağı çekilmesi yoluyla sağlanabilecek istihdam artışının faydası, işgücüne katılmayan kitlenin toplumsal maliyetinden fazla olabilir.

3.Kadınların işgücüne katılımlarını arttırmak için özellikle annelik boş zaman fırsat maliyetlerinin  azaltılması başka deyimle çocuk bakım desteklerinin zaman ve ücret temelinde kadın lehine genişletilmesi gerekir.

4.İşgücüne vasıf kazandıracak eğitim düzenlemelerinin işgücüne  katılım oranlarını yükseltecek en önemli faktör olduğu unutulmamalıdır. 

5.Türkiye ve diğer ülkeler için, düşmekte olan işgücüne katılım oranları ile yükselen işsizlik beraber ortaya çıkmaktadır.Bu olgu özellikle  genç işsizliğin görünenden daha süregen bir yapıya gittiğinin belirtisi olarak yorumlanabilir.

Reklam Alanı

Reklam Alanı

Reklam Alanı

Reklam Alanı