1998 yılında plastik ve ambalaj sektörlerine yönelik olarak düzenlenmeye başlayan İPAF Fuarları önceleri İzmir’de gerçekleştiriliyordu.
1998 yılında plastik ve ambalaj sektörlerine yönelik olarak düzenlenmeye başlayan İPAF Fuarları önceleri İzmir’de gerçekleştiriliyordu. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da düzenlenmeye başlayan İPAF Fuarı, bu yıl da yine İstanbul’da gerçekleştirilecek. Yağmur Fuarcılık Genel Koordinatörü Sayın Berivan Kaya ile İPAF Fuarı’nın İzmir’den İstanbul’a olan yolculuğunu ve İPAF İstanbul’un yakın gelecekteki vizyonunu konuştuk.
İPAF, on beşinci; İPAF İstanbul ise ikinci yılında. İPAF artık neden İstanbul’da?
İPAF, 1998 yılında plastik ve ambalaj sektörlerinde bir uzmanlık fuarı olarak tasarlandı. İlk gelişim döneminde, rekabetin olumsuz etkilerinden uzak, endüstriyel ve kentsel ölçekte gelişmiş, fuarcılıkta öncü niteliği olan İzmir kenti, fuarımızın başarısını kanıtlamasında önemli bir rol oynamıştır. İzmir, İPAF Fuarı için bir ön gelişme süreciydi, bu dönem tamamlandı ve İPAF bugün sektörde kalıcılaşmış, markalaşmış ve uzmanlaşmış yapısıyla sektörün yeni gereksinimlerine ve dinamizmine cevap vermek amacıyla İstanbul’a geldi; bu en başta sektörün ihtiyacıydı.
İstanbul’da yapıla gelen benzer fuarlara rağmen İPAF İstanbul’da yoluna devam edecek, İPAF, bu anlamda nasıl bir farklılık ortaya koyuyor?
İPAF İstanbul’da bir alternatif olma çabasında değildir. Seçenek oluşturmak için aynı kulvarda olmak gerekir. Oysa İPAF uzmanlık anlayışıyla yapıla gelen ilk ve tek fuardır, muadili yoktur. Bu yüzden sektörün ihtiyacına cevap verebilecek tek fuardır. İzmir’de uluslar arası sektörel fuarcılıkta başarısını kanıtlamış bir fuarın İstanbul’da uluslararası vizyon konusunda iddialı olacağı su götürmezdir. Türkiye’de ve endüstriyel merkez olarak İstanbul’da, plastik ve ambalaj sektörlerinin şimdiye kadar fuarcılıkta uluslararası vizyona sahip olamadığı, Çin, Hindistan hatta Pakistan gibi üçüncü dünya ülkelerinin çok daha ilerde olduğu ortadadır. Bu alanda büyük bir irade eksikliği söz konusudur, iradeden kastettiğimiz ise Uzmanlaşmış Fuar Organizatörlüğüdür. Yağmur Fuarcılık ve İPAF sektörümüzde bu iradeyi temsil edecektir. Yağmur Fuarcılık, İstanbul’da, İPAF’la, uluslararası nitelikte, vizyonu yüksek bir plastik ve ambalaj fuarını düzenleyebilecek iradedir.
Uzmanlaşmış Fuar Organizatörlüğünü biraz açar mısınız? İPAF sözünü ettiğiniz uluslararası vizyonu sağlayacak hangi farklara sahiptir?
Biz bir uzmanlık anlayışından bahsediyoruz. Bu, tanıtım disiplini içerisinde, katılımcıyı ve hedef kitleyi araştırma, analiz etme ve yönlendirme eylemine denk düşer. Yağmur Fuarcılık on yedi yıldır hem katılımcı firmalar hem de hedef kitle sektörler içersinde son derece etkindir. Her ay düzenli olarak çıkardığı Plastik&Ambalaj Teknolojisi Dergisi ile sektörün nabzını tutar; hedef kitledeki gelişmeleri, yatırımları, eğilimleri tespit ederek sektörün pazar ve ihracat ihtiyaçlarını belirler ve fuar tanıtımının hedef ve yöntemlerini oluşturur. Fuarın başarısı ise bu tanıtım çalışmaları üzerinden gerçekleşir. Yağmur Fuarcılık, 81 ilde ve 90 ülkede tanıtım faaliyetleri yürüterek bir çekim alanı yaratır. Bugün sektörümüzde, İstanbul’da uzmanlık anlayışıyla yürütülen herhangi bir fuar projesi yoktur. Eğer olsaydı, uluslararası vizyonda Hindistan’ın, Rusya’nın bile gerisinde kalmazdık. Sektör dernekleriyle ayakta tutulan, sadece katılımcıya endekslenen fuarların uluslararası alanda ses getirmememsi doğaldır.
Uzmanlaşma, belli başlı alanlara yoğunlaşmayla mümkün olmaktadır. O halde ülke genelinde çok sayıda fuar alanı işletir, yılda yüzün üzerinde fuar yapar, bir yıl içinde altı ilde birden, birbirinden düşük fiyatlarla plastik- ambalaj fuarı düzenlerseniz uzmanlaşmanız mümkün olmaz, zaten böyle bir derdinizin olmadığı ortaya çıkar ve sektörün ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelirsiniz. Bugünkü tıkanmanın nedeni budur; sektörde bu tıkanmayla ilgili şikâyetler ve sesler giderek çoğalıyor. Bu yüzden İPAF sektörün tek seçeneğidir. Sektör bunu görmeye başlamıştır ve Yağmur Fuarcılık ile işbirliği arayışları çoğalmıştır. İPAF 2012 bu işbirliklerinin somut adımlarıyla taçlandırılmaktadır.
İPAF 2012’de, sözünü ettiğiniz bu adımlardan birisi de FASD ile olan işbirliği. Bu gelişmeden biraz bahseder misiniz?
FASD, Fleksıbıl Ambalaj Sanayicileri Derneği 2012 yılından itibaren önemli bir destekçimiz. Uzmanlık anlayışımızın önemli bir unsuru da, bir konsensüs platformunun oluşturulmasıdır. Bunu fuarcılığa başladığımızdan bu yana, on altı yıldır savunuyoruz. Bu konudaki önerilerimizi pek çok kez katıldığımız platform ve toplantılarda dile getirdik. Fuarların gelişmesi ve uzmanlaşması için sektördeki ilgili tüm kurum ve kuruluşların en gelişmiş çerçevede bir işbirliği platformunun oluşturulması gerektiğini savunuyoruz. Böylece farklı işlevlere sahip güçlerin birleşmesiyle ortaya çıkacak sinerji, fuarların yurtiçi ve yurt dışı etkinliğini en yüksek noktaya çıkartacaktır. FASD ile işbirliğimize bu çerçeveden bakılabilir. Bu işbirliğinin İPAF Fuarı’ndaki somut ifadesi ise bu yıl Fleksıbıl Ambalaj Özel Bölümü olarak nitelendirilmiştir. FASD ambalaj sektöründe çok önemli bir ivmeyi ve gelişmeyi temsil etmektedir. Düşünün ki, FASD bünyesindeki firmalar bugün ambalajdaki ihracat büyüklüğünün önemli bir bölümünü karşılamaktalar. FASD üyeleri içerisinde ilk büyük bin sanayi kuruluşu içine giren çok sayıda firma var. Dolayısıyla böyle bir büyüklüğün organizasyonumuzla el ele olması, yurtiçi ve yurtdışı binlerce ziyaretçinin fuarımıza odaklanması demektir.
Bu çerçevede önümüze koyduğumuz, yurtdışı ve yurtiçi tanıtım çalışmalarını içeren kapsamlı bir İPAF Tanıtım Plan’ımız var ve bunu son derece hassas bir biçimde yürütüyoruz. Yurtiçinde altmış bin hedef kitle firmaya gidecek bu gazete çalışması da bu plan dâhilinde yürütülen bir çalışmadır.
İPAF 2012’ye fleksıbıl ambalaj konusunda ülkemizde öne çıkan tüm firmalar katılımcı oldular; bu kuruluşlar aynı zamanda dünyada öne çıkan, uluslararası alanda markalaşmış firmalar; dolayısıyla İPAF her şeyden önce dünya ölçeğindeki markaların öne çıktığı fuar çatısıyla farklılığını ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu farklılık, başta söylediğimiz uluslararası vizyonun elde edilmesini sağlayacak; dünyadan önemli ölçüde katılımcı ve ziyaretçi çekecektir. Dolayısıyla bugünden İPAF Fuarı’nda yer almak, sektör firmaları için önemli bir kazanım ve ayrıcalıktır.
Firmaların markalaşması açısından Türkiye’de fuarcılığın işlevi ne boyuttadır?
Türkiye’de şu anda genel olarak yürütülen markalaşma faaliyetleri ve dolayısıyla fuarlara katılım çok düşük düzeydedir. Üretim ve ticari faaliyet sadece satış üzerine odaklanmıştır; pazarlama, markalaşma bilinci çoğunlukla yoktur. Zihniyet şudur: Satış varsa işler yolundadır. 1980’li yılları hatırlayın, tekstil ve hazır giyim sektörü büyük bir ivme kazandı, iki binli yıllara gelindiğinde büyük ihracat patlamaları yaşandı; iki binli yılların sonunda ise sektör çöktü; binlerce firma kapandı, milyonlar işsiz kaldı. Şimdi aynı şey otomotivde, beyaz eşyada yaşanıyor. Tekstilciler batılı şirketlere taşeron olarak çalışmayı yeğlediler, nasılsa büyük miktarlarda sipariş geliyor, zenginleşme sağlanıyordu. Günün birinde batılı şirketler çok daha ucuz iş gücünün olduğu Çin, Vietnam, Endonezya, Hindistan’ı keşfedince bizimkiler tepetaklak gittiler. Oysa sermaye biriktirme sürecine girmişken pekâlâ kendi markalarını yaratabilir, pazarlama faaliyetlerine girişebilirlerdi. Ne yazık ki pek çok firma böyle bakıyor olaya; oysa fuar ve reklâm küresel rekabet kıskacında satışın ve istikrarın tek garantisidir. Dünyadaki büyük şirketlere bakın hepsi markalarıyla satarlar ve bu yüzden reklâma, fuara büyük paralar harcarlar. Aynı sorun bizim sektörümüzde de yaşanıyor. Örneğin firma küçük bir atölyede ambalaj veya plastik makinesi üretmeye başlıyor, şansı yaver gidiyor; siparişler, satışlar arka arkaya geliyor, arada bir-iki fuara katılıyor, satışları katlıyor. Sonra bir noktada şunu söylüyor; artık herkes beni tanıyor, tanıtıma, reklâma para harcamama gerek yok. İşte bu nokta inişe geçiş noktasıdır. Sonra Çin, Avrupa makineleri bir geliyor her şey tepetaklak oluyor. Oysa fuarlar satış değil pazarlama ve markalaşma faaliyetidir; anlık satışı değil uzun vadede pazarlamayı, satış istikrarını ve marka oluşturmayı sağlarlar. Fuarcılıkta ortaya çıkan en temel unsur akılda kalmak ve güven oluşturmaktır. Pazarlamayı ve ayakta kalmayı garanti eden unsur budur; anlık satış değildir. Bu yüzden fuarlara katılım düzenlilik ister. Bizde ise düzenli katılmayı bir kenara bırakın henüz hiç fuara katılmamış, sektörel mecralara reklâm vermemiş önemli bir çoğunluk vardır. Bu çoğunluk sadece KOBİ’lerden oluşmaz, içlerinde büyük ölçekli sayılabilecek firmalar da çoktur. Düşünün ki bugün halkla ilişkiler birimi olmayan, firmasıyla ilgili bir tanıtım metni bile hazırlayamayan binlerce büyük firma vardır. Türkiye’de elli yılı aşan şirket sayısı neden azdır sorusuna tüm bunlar iyi bir açıklamadır. Çözüm tanıtımı, özellikle de fuarcılığı ciddiye almaktan geçer.
2012 yılı büyüme, yatırım ve özelde fuarcılık için nasıl bir yıl olacak?
2012 dünyadaki tüm gelişmelere rağmen ülkemiz için karamsar bir yıl değildir. Türkiye şu an dünyada Çin, Rusya, Hindistan gibi büyüyen ekonomiler içerisindedir. Üretime, istihdama yer açan ülkelerde pazar daralmasına bağlı boğucu bir ekonomik durgunluk ortaya çıkmaz. Örneğin Avrupa, hatta Amerika böyle bir talep darlığını ve durgunluğu yaşamaktadırlar. Ekonomileri giderek küçülüyor, ücretler düşüyor, işsizlik artıyor. Bunda önemli bir neden üretimin doğuya kaymış olması. Örneğin ABD ve Avrupa’nın büyük bölümünde istihdamın yüzde sekseni hizmet sektöründe; sadece yüzde yirmisi üretimdedir. Üretim giderek azalıyor. Bu da hizmet sektöründe esnek çalışmayı ve ücret düşüşünü ortaya çıkarıyor; işsizlik artıyor. Sonuçta talep düşüyor ve ekonomi cansızlaşıyor. Bu durum bizim gibi ülkeler açısından ihracatta bir risk oluştursa da yine de istikrar, işleyen ekonomi, yatırımlar bakımından çekim merkezi oluşturur. Bu açıdan önümüzdeki yıllarda fuarcılığın da batıya göre daha canlı ve çekim odaklı olacağı kanısındayım.